Serçeler ve Karıncalar: Mao’nun Ekolojik Felaketi ile İslam’ın Çevre Ahlakı Arasındaki Çarpıcı Fark

Milyonlarca serçeyi öldüren Mao’nun kampanyası ekolojik çöküşe ve büyük kıtlığa yol açarken, İslam’da karıncayı bile incitmeyen çevre anlayışı dikkat çekiyor. Doğayla barışık yaşamanın yollarını 15 asır önce gösteren Kur’an ve hadisler, modern dünyanın ihtiyaç duyduğu çevre ahlakını gözler önüne seriyor.

İnsanlık tarihi boyunca doğaya yönelik tutum, toplumların kültürünü, ahlaki değerlerini ve hatta hayatta kalma biçimlerini belirlemiştir. Bu yazıda, Mao Zedong’un “Büyük Serçe Kampanyası” özelinde seküler ideolojik yaklaşımların doğaya verdiği zararla, İslam’ın canlılara ve ekolojik dengeye yaklaşımı karşılaştırmalı olarak ele alınıyor.

1958 yılında Çin’de başlatılan “Dört Zararlı Kampanyası” kapsamında Mao, serçeleri zararlı ilan etti. Gerekçesi, serçelerin tahıl tanelerini yediği ve verimi düşürdüğüydü. Sonuç: milyonlarca serçe öldürüldü. Tencere ve tavalara vurarak serçeleri uyutmayan halk, kuşların bitkin düşüp ölmesini sağladı. Yavrular öldürüldü, yuvalar yok edildi.

Ancak bu müdahalenin ekosisteme maliyeti ağır oldu. Serçeler, aslında zararlı böceklerle besleniyordu. Onların yokluğunda çekirge ve diğer haşereler çoğaldı. Mahsuller yok oldu, kıtlık başladı. Çin Ulusal Bilimler Akademisi’ne göre, bu kampanya sonucunda 15 ila 36 milyon insan açlıktan hayatını kaybetti. Mao’nun ekolojiye ideolojik müdahalesi, modern tarihin en büyük çevre felaketlerinden birine dönüştü.

Bu tarihi olay, İslam’ın doğa ve canlılarla ilgili yaklaşımıyla çarpıcı bir karşıtlık oluşturuyor. İslam, tüm canlıları Allah’ın emaneti olarak görür ve insana doğayla uyumlu yaşama sorumluluğu yükler.

Kur’an’da geçen Karınca (Neml) Suresi 18. ayet, bu anlayışın en dikkat çeken örneklerinden biridir:

“Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.”

Bu ayet, canlıların dahi farkındalığını ve korunması gerektiğini ortaya koyar. Hz. Süleyman gibi güçlü bir hükümdarın bile karıncalara zarar vermemesi gerektiği vurgulanır. “Farkına varmadan” ifadesi, sadece kasten değil, bilmeden zarar vermeye karşı da bir uyarıdır.

İslam’ın çevre ahlakı sadece Kur’an’la sınırlı kalmaz. Hadislerde de bu anlayış derinleştirilir. Hz. Muhammed (sav), susamış bir köpeği sulayan kişinin günahlarının affedildiğini anlatır. Aynı şekilde bir kuş, bir hayvan veya bir insan dikilen bir ağaçtan yediğinde, bu eylem “sadaka” olarak kabul edilir.

“Her ‘yaş ciğer sahibi’ne yapılan iyilik için Allah katında mükâfat vardır.” (Buharî, “Mezâlim”, 23)

Bu hadisler, sadece insanın değil hayvanların ve doğadaki diğer canlıların da değerli olduğunu ifade eder. Dolayısıyla İslam, insanın doğaya hükmeden değil, onunla uyum içinde yaşayan bir varlık olmasını teşvik eder.

Mao’nun serçelere yönelik savaşı, doğaya karşı kibirli bir yaklaşımı temsil ederken; İslam’ın karıncayı bile incitmeyen anlayışı, sevgi, merhamet ve sorumluluğa dayalı bir yaşam biçimi önerir. Birisi, kontrol etme arzusuyla felakete yol açarken; diğeri, yaşatma ve koruma ilkesiyle sürdürülebilir bir hayatı inşa eder.

Bugünün dünyasında iklim krizi, çevre felaketleri ve türlerin yok oluşu, insanlığın doğayla yeniden barışmasını zorunlu kılıyor. Bu noktada, Kur’an ve hadislerde ortaya konan çevre anlayışı sadece bir inanç sistemi değil; aynı zamanda bir yaşam felsefesi olarak yeniden hatırlanmayı bekliyor.

Exit mobile version