YouTube

  • DOLAR
    %-0,07
  • EURO
    %-0,76
  • ALTIN
    %-0,06
  • BIST
    %1,72
İsmail Cem AKKAŞ ın ‘ Kaleminden .. Neşet ERTAŞ ın ‘ Anısına’ Ölüme de  Merhaba

İsmail Cem AKKAŞ ın ‘ Kaleminden .. Neşet ERTAŞ ın ‘ Anısına’ Ölüme de Merhaba

Çocukken, kapıdan içeri girmezdik, ne vakit olsa bir oyun yaratır, saatler boyu bir fırıldak gibi oyunumuzun etrafında dönerdik. Bizim Yerköy’ün havası tozludur, bir çocuk o gün ne kadar dışarda kalmış, ne kadar oynamış boynumuzda yüzümüzde biriken ve kire dönüşen karartı ile anlaşılır. Yüzümüzü yur yıkar, domatisle ekma alır, yine devam ederdik.
O gün yazdı, harman ucu geldi gelecek, ağaçlar sustu susacak, Eylül gelip dayanıyor, hava kustu kusacak. Biz de milek suyu birikmiş onun başındayız. Kimimiz gemi yapmış yüzdürüyor, kimimiz suyunu kıyıya çekiyoruz ki, belki iribaş kurbağa buluruz. İnsan bir yoğurt gibi mayadan türer, an be an, gördüğümüz duyduğumuz şeylerin tümünü bir anlama bağlayıp mayamıza katıyoruz, oyun bunun için var. Dedem rahmetli reco, iki katlı evinin balkonundan beni seyrediyor, sekiz köşe kasketi kafasında, uzun samsun cuvarası ağzında, yanında bir demlik çay, yüzü hep mütebessim, sanki dünyanın dönüşünü her dakika dinliyor gibi, önemli bir habere kulak kabartmış gibi yüzü. Arada geçen komşulara selam çökertip, cuvarasını fosurdatır, kalan dumanı çayla yutar. Milekte su kalmadı, her yanımız çamur, çocuklar dağıldı, ben kaldım bir de yanımdan ayırmadığım araba tekerleği ile onun çıbığı… Dedem birden kalktı ayağa, kasketini takıp eğreti merdivenlerden aşağı indi, kısa boylu, sırtına sazını takmış, gara suratlı bir adam avlumuza girdi, “reco emmi elini öperim” dedi gara suratlı adam. Dedem adamı tutup sarıldı, bir şeyler konuştular anlamadım, merdiveni çıktılar, dedem adamı bir mindere oturttu, ben de yanlarına çıktım. Adam “hacı emmimgile bir haber versem…” dedi. Dedem de bana seslendi, “hacı babayı, döne kadın’ı, kimi bulursan çağır, neşet geldi de”
WhatsApp Image 2021 09 27 at 10.35.20Fırladım hemen, herkese haber ettim, geri gelip dedemle, gara suratlı adamın gülüşerek konuşmalarının tam ortasına dikildi. Adam bana baktı, sonra dedeme, “torun mu reco dayı? Dedem başını salladı. Adam bana baktı, ” Merhaba ” dedi. Ben bir şey diyemedim, alışkın değiliz, bizde merhaba yok öğrendik ama kullanmadık, biz kimi görsek nöörüyon derdik. Çizgi filmlerde duyardık ama onu çizgi film alemine has bilirdik. Bütün alemle nöörüyon diye konuşan çocuk ne bilsin merhabayı…
Adam cevap alamayınca, bir daha “merhaba”, bende yine çıt yok. En sonunda adam, tekrar baktı bana, “bak sana öğreteyim, biri çıkar şoordan dinelir gelirse kapına, ya da geçerken gözüynen sana bakarsa ona merhaba diyecaan, sana bakmasa da sen gine de merhaba de…”
Ben de boş bulunup, “ben seni tanımıyom ki dayı”
Adam güldü, “olsun yeğenim daha iyi ya, tanımadıklarına merhaba dersen yeni insanlar tanırsın, arkadaşların çoğalır. Şimdi ben sana merhaba dedim, sen de bana dersen arkadaş oluruz”
Ben de bu güzel cevaba “merhaba” dedim, “hah şöyle, arkadaş olduk gayli, gel bakalım yanıma” dedi ve beni alnımdan öptü, “Allah bağışlasın reco dayı” dedi adam…
O günden sonra kimi görsem “merhaba, merhaba”, mahalle çocukları geçiyor “merhaba” tuhaf tuhaf bakıp geçiyorlar, sağlık ocağı bize yakındı, doktorlar hemşireler uzaktan “merhaba, merhaba” çığlık çığlığa bağırıyorum, insanlar arkasını dönüp bakıyorlar kime diyor diye, merhaba benim eğlencem oldu. Çerçici, dondurmacı, eskici kim geçse merhaba babam merhaba, gelen geçene basıyorum merhabayı.. Ne arkadaşım çoğaldı, ne tanışabildik kimseyle…
Yıllar sonra, aklım erdi büyüyorum, rahmetli dedem reco hakka yürüdü, cenazesi kalktı, yedi sekiz gün geçti. Babamın arabasında bir türkü dönüyor, ama hep aynı türkü dönüyor, türkü çaldıkça annem ağlıyor reco dedeme, yani babasına..
“uzak yoldan geldim hasretin için,
Hani nerde babam, muharrem nerde,
Yaralı bülbülüm ses vermez niçin, yüreği yanığım o kerem nerde”
Annem her duyduğunda gözleri dolup boşalıyor, o ağladıkça ben de onun ağlamasına ağlıyorum.. En son dedim kıracağım bu kasedi, babam yokken arabaya bindim, torpidoda, mor bir kaset, kabında bir fotoğraf, şaşkınlıktan dondum kaldım, bu bizim merhaba!!!
kıramadım kasedi ama annemi ağlatan ister merhaba olsun, ister güle güle, kim olsa affetmem dedim, kasedin içini değiştirdim, oyun havası koyup kapattım. Babam ertesi gün çaldı kasedi, döndürdü bir daha taktı teybe, yok, sulu zırtlak oyun havaları var kasette. Bana döndü, “niye yaptın” dedi, “annem ağlıyordu” deyip kafamın içine gömüldüm. Babam başını sallayıp, ertesi gün tekrar aldı aynı kasedi. “Şirin Kırşehir”
***
Neşet Ertaş’ı ondan sonra tanıdım, bizim akşam üstüleri bambaşkadır Yerköy’ de, tozlu bir kızıllık kalplerimize dolar, bozkırın üzerinde kalp atışları gibi kanat çırpan kuşların kızıl kızıl piştiğini görürsünüz. Bir renk fırtınası, yoksul evlerin duvarlarından yukarılara doğru üfler, telefon direkleri yanar, kimsesiz otlar, kimsesiz tavuklar, kimsesiz tepeler nar gibi kızarır.. Bir çay demlerler akşamın hüzün hüzün boyanmış mahalleleri, dünyanın en güzel gözlü çocukları bir boşluğa gözlerini çakarlar, ziftten ağır bir hüzünle mühürlenirler, çaylarını içtikçe ağır ağır renklerini siyaha döndürürler… Hüyük, karaşar, kale mahalleleri her biri batan güneşin altında, demlik dibi çay damlası gibi ipil ipil parıldarlar. İşte tam o an, Neşet Ertaş, akşam üstlerinde , bir kalp gibi çırpınan kuşlardan bir tanesi olur çıkar, dünyadaki bütün avazı toplayıp güneşin batışına selam veren bir derviş kılığına girer. İlk bardaktan sonra, “bir daha dök” diye cayır cayır kaynar bir çayı üflemeden içmektir, Neşet Ertaş, uzak uzak bakarak çiçekdağı’na..
Gündüz olur da akşam yine unutulmaz, çünkü akşam bitiştir, hüzündür, bir gün terki diyar eylemenin küçük bir törenidir akşam ve bunu bilerek, ileri saymaktır zamanı, ustaca, bilgece, işte Neşet Ertaş bunu en keskin söyleyebilen bir mucizedir.
Neşet Ertaş’ı bir daha tanıdım sonra, çünkü ilk defa aşık oldum, yatamadım kaç gün , bir beyaz kız vardı pudra şekeri gibi, eli yüzü Ay’ ın yüzeyinden yapılmış sanki, çok güzel türkü söylerdi, bir beyaz muma dönüştüm, o bana bakardı, ben yanar yanar dibime, kendi gölgeme akardım.. “Kaşları kara kara, açtı bağrıma yara” , diye sazın dibine sonsuz bir mabed gibi uzandım, aylarca dinledim, “gülüşün gülden güzel, sevdim gönülden güzel” türküsünü duydukça içimde çağlayanlar uğuldadı, adım adım kendi sellerime koştum aşk ile boğulmak için…
Ahir hüzün oldu benim sevdam tabi, evlenip gitti o beyaz yüzlü kız, bir soysuza yar oldu, hem onu hem de memleketi terk ettik, kalkıp urum ellerine sökün ettik.
Neşet Ertaş kimdir biliyor musunuz, karda kışta gurbet yollarında bile seni mahallende tutan adamdır, bir ayrılık, bir yoksuzluktur…
” Gurbet ele düştü bizim yolumuz,
Seyir ettim bizim eller görünmez..” İstanbul’da, sabahın altısında işe gitmeye çalışan dev kalabalığın ortasında nefessiz kalan ciğerlerine iyi gelsin diye, Yerköy’ün o akşam üstünde demlenen kıpkızıl çayını sana ikram eden görünmez bir gönül hizmetkarıdır. Kendi de söyler “ayaklarınızın turabıyım” der,keskin gurbet yalnızlıklarında, neşet Ertaş’ın türkülerine basarsınız, ciğerleriniz yandıkça, bir “zahide” uzaklığı kadar yakın eder size yurdunuzu.. Neşet Ertaş, sabaha kadar odanızda yahut balkonunuzda, kendi içinde yaptığınız çok zor bir seyahatin resmi adıdır, gerçek adı “Garip” olan…
Çünkü der ya Neşet Ertaş,
“kan ağlar dideler nem ile geçti,
Arzusun bulanlar dem ile geçti,
Şu bizim tecelli gam ile geçti,
Gelmiyor bizlere yaz bahar.”
Bir daha hiç olamayacaksın, hiç akşam yok, hiç gündüz yok, hiç sevgi, hiç güven yok, hiç Yerköy yok, hiç ırmağımız akmayacak bir daha, hiç gobeller diyemeyeceksin bir daha, hiç o akşamlar yok, hiç pıtırak yok, hiç geven yok, hiç şalak toplamayacaksın, hiç erik yolmayacaksın, hiç boynu kirli çocuklar yok, hiç deden, masalperest teyzelerin yok, kavgaperest abilerin yok, hiç sevdiğin yok, hiç kimse tanımıyor seni, hani bıraktın geldin ya tan yıldızını,” niye doğdun tan yıldızı, doğmaz olsun tan yıldızı ” der ya Neşet Ertaş, işte tan yıldızı bu demek…
Tabi zaman bir oyun havası gibi, tıpkı
“gitme bülbül gitme bahar erişti,
gonca güller menevşeye karıştı a bülbül…” diyerek gitme dedi gönlümüzün bülbülüne, bir küçük kafes kurduk, gonca güllerimizi bozkırda olmasa da evlerimizde yetiştirdik..
Sabah oluyordu burada da, gün batıyordu ona da alıştık, gece ayrı, gündüz ayrı, insan mayası, yoğurt gibidir dedim ya azar azar kesti bizim yoğurtta, mayamız tuttu.. Bir de gurbet olmasa, olsun, ayaklar turabı bir gönül hızmatçımız var, evde arabada iş yerinde çaldım, çok türküyü beraber söyledim, her seferinde gocunmadı, külfet saymadı, bindim sazının tellerine, akraba hısım şöyle dursun, her kuytusunda memleketimin bir bardak çay içip geri geldim…
Tabi devran döndü, iş hayatı, evlendik, aile hayatı.. İş yerindeyim, vakit akşam çıkacağız, yanımdaki masada çalışan herzesi boyunu aşan bir adam var, “ah ya neşet ertaş ölmüş, iyi çalıyordu dın dırı dın dın, Allah rahmet etsin”
Sen bir bataklıksın, sen aşağılık bir milek çukurusun, senden de şehrinden de nefret ediyorum, seni öldürebilirim adam, defol git karşımdan, iş yerinden çıktım, eve geldim nereye doğru ağlayayım, balkonda mı, banyoda mı, mutfakta mı, dedim beni en iyi gönlüm anlar, ana karnındaki cenin gibi yumuldum içime, kaç gün kalkmadım yerimden bilmem. Anam geldi, kalkmadım, babam geldi kalkmadım, yüreğim çürüyene kadar,
“ey garip gönüllüm, kara kaderlim,
Kaderine küsüp küsüp ağlama,
Kaderin elinden, gönlü kederlim
Kaşlarını asıp asıp ağlama..”
…………
Neşet Ertaş kimdir biliyor musunuz, bizim coğrafyamızın ağız tadıdır, tüm rengidir, gönül ezanıdır her vakit okunur, ağaçlarımızın konuştuğu dil, ekinlerimize bile türkü söyleten bir tılsımın ta kendisidir.. Bana merhaba demeyi, tüm dünyaya, tüm dillerde, tüm mahlukata, canlı cansız her eşyaya merhabayı demeyi öğreten adamdır…
………….
Hakka yürüyeli, yorulup da gideli kaç yıl oldu saymıyorum. Popüler olmuş bir iki türküsünü döndürüp anma da yapmayacağım.
Neşet Ertaş’ın bir türküsünden ne çok şey öğrendim ve sırrını da ne güzel çözdüm…
Bir ayrılık, bir yoksuzluk, bir ölüm…
Ayrılık belasını kapıma koymadım, sevdim de aldım, yanımdan da hiç ıratmadım, birbirinden güzel evlatlarım oldu, bir koca sofra kurdum, gönül terazisi gibi azdan az çoktan çok…
Yoksuzluk lanetine meydan okudum, halen hak şükür deyip sofradan kalkarım, halen kısmetimiz varmış deyip ekmaamı çürütmeden saklarım….
Ölüm mü…? İşte onu da Neşet Ertaş’ın küçükken bana dediğini tekrar ederek “biri çıkar şoordan dinelir gelirse kapına, ya da geçerken gözüynen sana bakarsa ona merhaba diyecaan…”
Canla baş üstüne Neşet dayım, şoordan dinelir gelirse kapımıza ölüme de Merhaba….
Ruhun şad olsun….
İsmail Cem Akkaş

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

Ucuz Davetiye - Davetiye Modelleri
reklam
NÖBETCİ ECZANE
Toknoloji